Savaşsız Sevişmeler


Kendimi bildiğimden bu yana bu dünya toz duman. Barışın hiç gösterilmediği savaş sahnesi gibi. Hengâmenin içinde savrulan ritimsiz hayatlar... Yitip giden onca can... İçindeyiz hep, "büyüme savaşı” vererek. Zül geliyor anlamlandırmak savaşları. Bazen de vız gelip, tırıs gitse de hayatta zıtlıklar içiçe. Bu savaş hali anlamsız, biçimsiz, yakışıksız. Bu kadar çelişki çok fazla. Böyle bir ortamda günlük şiddete ve şiddetin ileri boyutu  savaşlara karşı sorulacak o kadar çok soru var ki ben en basit olanını soracağım. Bizi savaşlara sokan yöneticilerin tutumuna dair bir soru. Neden hep cinsel dürtü uyandıran bir sahne sansürlenir de Kara Şahin Düştü (Black Hawk Down)  gibi vurdulu kırdılı filmler için buna gerek duyulmaz? Şiddet neden sevişme gibi bir eyleme kıyasla gösterilmekten imtina edilmez? Muhtemel yanıtlar oldukça basit ve can sıkıcı. Sevişmenin savaşanlardan daha tehlikeli görülmesidir herhalde bu sansürü uygulayanların tavrındaki gerekçe. Gerçekten böyle bir algı taşıyorlar mı? Taşıyorlarsa böyle bir algıyı değiştirmek bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Bunu biliyoruz, ama somut bir biçimde anlamsızca sevişmenin her türüne egemenlerimizin izleyeceklerimize müdahalesine maruz kalıyoruz. Yanıtları hazır: ailenin temellerinin sarsılmaması. Bu türden sansür mekanizmalarını düzenleyen yöneticinin sadece densizliği mi bu; yoksa toplumca yaratılan bir yanlış algılama mı? İkisi de etkili herhalde. Sevişme sahneleri, çatışmanın ortasında kopan bir uzuvdan fışkıran kanlardan daha yakıcı olmasa gerek. Ama hangisinin zararlı olduğuna karar verenlerin kafası nasıl bir kafa acaba? O yüzden egemenlerin bu yöndeki tavrını anlayan beri gelsin. Bir soru daha. Densiz yöneticilerden bağımsız, sevişmenin aile içinde algılanışına dair bir sorgulama: Neden ailece izlenen bir sevişme sahnesi bir savaş sahnesi kadar yüz kızartıcı olmaz? Savaşma ve sevişmenin hangisinin kötü olduğunu ayıramayacak kadar saf mıyız? Sevişme sahnesinden ailece rahatsız olabilecek algı ne zaman yerleşti bünyemize acaba. Hâlbuki Montaigne ne güzel bu çelişkiyi yüzümüze vurur: ''İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günah, öteki sevaptır.'' Bu cümleyi yorumlamaya gerek yok. Bu tavrımızdan utanmamak elde değil. Bir de John Lennon'a kulak verelim: "Vahşet her yanda uluorta sergilenirken sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz."

Düşünüyorum da oldukça eski bir temenni olsa gerek: savaşma, seviş. Gerçekten dünyanın bu yöne gitmesini isteyen insanlar var. Ama ya bunun tersi isteyenler yok mu? Ne yazık ki ideal olan gerçekte pek işlemiyor. Hep kötüyü isteyenlerin, zoru sevenlerin galibiyete daha yakın olması söz konusu. Sevişmek yerine, dövüşmek, senden olmayanın canını yakmak zorunda kalmak çok acı(masız). Savaşların bitmesini istesek de dünyanın herhangi bir yerinde birileri dövüşüyor, canını kaybetme pahasına bir yerlerde hasmıyla çarpışıyor, vuruşuyor, ölüyor ve öldürüyor. Evde, sokakta, işte, okulda her an patlamaya hazır şiddet sevicileri mantar gibi etrafımızda. Yazık, ölüm makinesine dönüşmeye ne kadar da çok aday var. Ne kadar çok paralı, parasız savaşmak için can atan var. Ne kadar şiddetin her türlüsünü içselleştirenlerle dolu her yan. Biraz vicdan, biraz vicdan… Bir şey adına artık birilerini öldürmekten, şiddeti günlük hayatın bir parçası haline getirmekten vazgeçmenin zamanı gelmedi mi hâlâ? 


 Mahsus Mahal

0 Yorumlar:

Yorum Gönder