Kadın ve Dar-be


1960’lı yılların Ankara'sı... Cumhuriyet ilan edildiğinden beri ilk darbesini görmüş Ankara. Askerler, ellerinde Türk bayraklarıyla gezen çocuklar, memurlar, inşaat işçileri, öğrenciler, hepsi sokakta o gün. Bir tek Hatun Teyze evinde akşam yemeği hazırlıyor kocasına, küçük bir kapıcı dairesinde yaşıyorlar, üçüncü çocuğunu dokuz ay önce almış kucağına.

Kocası Yaşar Amca, köyünde belinde silah gezen, çapkın, arada bir küçük kavgalardan hapse girip çıkan bir adam, ufak tefek ama pek çok insan korkuyor adını duyduğunda. Bazen topluyor ailesini köyüne götürüyor ; bazen de Ankara’ya dönüyor. Canı nasıl isterse nerde nasıl kurmak isterse öyle yaşıyor hayatını. Hatun Teyze üçüncü karısı, ilk eşinden boşanmış, ikinci ise hastalanıp ölmüş, durur mu Yaşar Amca kadınsız, omzunda tüfeği gezerken bir gün bizim Hatun Teyzeye rastlıyor, gencecik bir kız 15'inde henüz tazecik, tülbendinin altından ördüğü saçları beline değiyor, gördüğü anda beğeniyor Yaşar Amca bu tazeyi, doğrultuyor silahı Hatun Teyzenin evine doğru "hadi" diyor, "kaçıyoruz". Ürküyor Hatun Teyze, ama beğeniyor da, hoşuna gidiyor beğenilmek (40 yıl sonra anlatırken o günü yüzü kızarır hala) Doğru Ankara'ya gidiyorlar, trenle bir gün sürüyor yolculukları, ilk gece bir ucuz bir otelde kalıyorlar, daha sonra Yaşar Amca bir kapıcı dairesi buluyor, yerleşiyorlar, aile oluyorlar zamanla, önce bir erkek evlat veriyor Hatun Teyze, Yaşar Amcaya… Ucuz otelin ilk hediyesi bu, sonra yeşil gözlü bukleli saçlı bir kızları, sonra yine bir oğulları daha geliyor dünyaya.


Yaşar Amcanın keyfi yerinde her gün, gününü gün ediyor evinde tazecik, gencecik karısı, dışarıda da birkaç(!) sarışın dostu var. Hatun Teyze biliyor bunları ama ses etmiyor, nasıl etsin ki, hangi kapıya sığabilir üç çocuğuyla, kim ekmek verir onlara. En azından diyor çocuklarımı Ankara’da büyütüyorum, okuyacaklar onlar ve benim gibi olmayacak hayatları. Gündeliğe gidiyor bazen, evde kaldığı zamanlardaysa çocukların kavgaları, akşam ne yemek yapacağı düşüncesi geçiyor günleri böyle arka arkaya. Kapısı çalınıyor bir gün, kucağında oğluyla açıyor kapıyı Hatun Teyze, sarışın bir kadın (!) Yaşar Amcayı soruyor, (anlıyor Hatun Teyze bu sarışının kocasının dostu olduğunu. Sarı saçlarına bakıyor kadının ne eksiği var ondan, daha güzel hem Hatun Teyze) kıskanıyor ama belli etmiyor kadına, evde yok diyor sakince, içeri buyur ediyor hatta (çünkü biliyor hatun teyze, kapıya gelen misafir geri çevrilmez). Kadın girmiyor içeri, soruyor Hatun Teyzeye "siz kızı mısınız?" diye. Gencecik çünkü hala Hatun Teyze, hala güzel: "Evet, kızıyım, bu da oğlum, eşimden boşandım bende babama sığındım" diyor. Bir gün sonra Yaşar Amca buluşuyor sarışın aşığıyla, kadın sarılıyor hemen: "ah, çok üzüldüm, kızın eşinden boşanmış, gencecik, nasıl da güzel" deyince şaşırıyor Yaşar Amca, ama hemen anlıyor: "yahu, o benim kızım değil ki, karım…" Sarışın aşık hayretler içerisinde bakıyor, utanıyor kendinden: "Helal olsun, senin karına, ne güzel bir insanmış" diyor, evli bir adamın aşığı olmayı, karısının ondan hesap sormayışını sorguluyor, kıpkırmızı kesiliyor sarışın, çok utandı bir daha asla evli biriyle olmayacak.   

O günden sonra pek çok darbe daha gördü Ankara. Ankara da pekçok darbelere tanık oldu Hatun Teyze, kimi darbeleri askerler yaptı postallarıyla geldiler, kimi darbeleri de kocasından gördü. Ankara’nın en acı günlerini yaşadığı yıllarda 80’de öldü kocası, göç etti ufak tefek adam, silahı, sarışınları, çocukları, hapishane anıları, beline değen saçlarıyla Hatun Teyze kaldı geride. Pişman oldu mu Hatun Teyze, gönül koydu mu Yaşar Amcaya hiç bilmiyorum, elbet kırılmıştır yüreği ama bir gün bile kötü söz etmedi ardından, bu Yaşar Amcanın iyiliğinden mi kaynaklanıyordu, yoksa Hatun Teyzenin yaşına sığmayan güzel yüreğinden mi bilinmez...  

1960’lardan bugüne ne değişti, hangi kadın yaşamadı bunları, pek çoğu ses etmedi yaşadıklarına, belki sessizliklerinin altında çığlıklar vardı haykırıyorlardı belki, ama kimse duymadı o kadınları. 

İlk gün çok sevilen, otel odalarında güzel evlerde öpmeye doyulamayan sonra sıkılıp bir kenara bırakılan, aldatılan, dövülen, hatta çok sinirlendirirse erkeğini yaşamlarına bir kurşunla son verilen kadınlar... Onlar hala darbe günleri yaşıyorlar, pek çoğunun evi açık cezaevleri gibi, yatak odaları hücreleri, kocaları ister o hücrede istismar ediyor bedenini, isterlerse dipçikle vurur gibi yumruklarını gösteriyorlar kadınlarına. Ne zaman sessizlikleri diner de, haykırışları duyulur kadınların bilmiyorum. Onlar, kızlarınız, kız kardeşleriniz, ablalarınız, kadınlarınız, anneleriniz. Bu kadar çok isimleri varken pek çoğunuz onları ikiye ayırıyor yalnızca.

Siz, evlerinizde namusuna düşkün, çocuklarına kendini feda eden, evine hizmetçi olmuş ve az biraz da güzel, bakımlı, iyi yemekler yapan kadınlarınız olsun; dışardaysa gönlünüzü eğlendiren, belki sarışın, hafif meşrep kadınlarınız olsun istiyorsunuz ve ikisini de canınızı sıktığı anda bırakmak, şiddete başvurmak hürriyetiniz olsun. Kadınlar, onlar sizin sevgilileriniz, çoğu size yeni hayatlar verip vazgeçiyor kendi isteklerinden, dünyasından, bu anlamsız hırsınızla, tutkularınızla onlara yapmaya çalıştığınız, yaptığınız kötülük  her neyse, işte bu "ayıptır, zulümdür, cinayettir"...


Xece

0 Yorumlar:

Yorum Gönder